BİR KÜLTÜRÜN HAFIZASINI SİLMEK


Önce Kim bu ismail Dümbüllü? Bir oyuncu mu, bir yazar mı , yönetmen mi?

Herşey öyle salaş ve savurgan bir dille tarihimize geçiyor ki, tıpkı bugün olduğu gibi tartışılan şey'in ne olduğu unutuluyor.

İsmail Hakkı Dümbüllü üzerine yaşarken yapılmış bir tek akademik çalışma yok, ne yazık ki o dönemde Ortaoyunu üzerine de yok. Oysa aynı dönemde varlığını koruyan (can çekişen demek daha doğru) pek çok geleneksel kültür mirası hakkında, derlemelerden fotoğraflara kadar çok önemli araştırmalar var.

Neden?

Tarihe yabancılaşma, kendini ait hissettiğin grup yada geleneği aklama adına, yüzünü batıya dönmüş Türk Tiyatrosunun kentli geleneksel tüm seyirlikleri "Osmanlı" sayarak dışladığı, hakir gördüğü, bizzat aşağıladığı bir dönemde yaşamıştır İsmail Dümbüllü. Namık Kemal'den Muhsin Ertuğrul'a süfli ve değersiz bir eğlence olarak tanımlanan bu türler, sanat dahi sayılmamıştır. İsmail Dümbüllü işte bu Türk Aydının Cehalet döneminde (bu dönem bitti mi bilmiyorum) ne devlete sırtını dayayarak, ne sermayeye sırtını dayayarak, sadece kendi birikimi ve halkın beğenisi ise bugün bile Anadolunun en uzak köşelerinde anımsanan bir sanatçı olmuştur.

Dümbüllü'nün esintisi altında yaşadığı bu rüzgar hemen dinmemiştir. Ölümünden sonra da eseceği yer konusunda önemli bir bilinçlilik göstermiştir.

Ne zaman ki, batıya kendini unutacak kadar dönmüş tiyatro münevverleri, batıda gelenekselliğe ilişkin bir kıpırtı görmüşler o zaman bu geleneksel türler ele alınmaya başlamıştır. Ama yine eski bakış açısı ile, yani anonim ve sahipsiz bir yağma malzemesi olarak. Bizzat yazarı belli oyunlardan ufak değişiklerle aparılan dialoglar Türk tiyatrosunun YENİ YAZARLARININ ortaya çıkışının kaynağı olmuşlardır.

Sadece Tiyatro değil sinema da bu yağmadan payını almıştır. 80 li ve 90 lı yıllarda bu dağarcığın tüketilmesi sonucu, ve muhafazakar iktidarların konuyu önemsemesi, bir reaksiyoner karşı muhafazakarlık olarak tekrar bu türlerin Türk Tiyatro münevverlerince, gözardı edilmesine neden olmuştur. Meddah'ı komedi sanan, Ortaoyunu'nu tulatla karıştıran TV lerin eğlence formatına kendini mahkum eden yeni zihniyetle bu kez türler deforme edilmiştir.


Ne zaman ki 90 ların ortalarında Dario Fo nun da bulunduğu bir uluslararası platformda, Fo gelenekseli övgülerle sunmuş, işte o zaman kapısına gelenekseli bastırmayan ve sıfatı Tiyatro Labaratuarı olan ödenekli Tiyatrolarımızın başöğretmenleri tekrar bu türlere yakınlaşmaya başlamışlardır.Fakat yine o ödenekli tiyatromuz bizzat yazarı belli bir geleneksel ortaoyununu telif sahibini afişine bile yazmadan sahnelemiştir.

Kartları açalım, türk tiyatrosu kendisi ile yüzleşsin. Bir oyunun telifinin ödenekli bir tiyatroda ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Onu anonim saymak ne demektir? İhanetin en büyüğü bence.

Şimdi gelelim İsmail Dümbülü'ye. İsmail Dümbüllü, sahneye çıkıp ustasından öğrendiğini oynayan bir oyuncu değil. Sağolsun Ufuk Dümbüllü bizzat el yazmalarını bana sağladı da okuyabildim. Yayınlanmamış pekçok OYUNU var. Yayınlananlar da var.(adıgeçen oyunlardan bahsedeceğim birazdan)

Neyi tartışıyoruz?

İçi boşaltılmış bir Dümbüllü soyadını. Kimin işine geliyor?

İçini doldurmak kimi rahatsız eder umurumda değil. Ama İsmail Dümbüllü' yü oyuncu değil SANATÇI olarak anmamızın ilk sebebi onun yazarlığıdır.

İsmail Dümbülü bir yönetmendir de. Yeni oyunlarını sahnelemiş, eski oyunları yendien yazıp sahnelemiş, kimilerinin de yeniden rejisini yapmıştır. Ve öğretmendir de: Pekçok oyuncu yetiştirmiştir.

Soruyorum, acaba DÜMBÜLLÜ ÖDÜLÜ verenler, yazar ve yönetmen Dümbüllü ödülünü mü verdiler, yoksa usta bir oyuncu Dümbüllü ödülünü mü?

Dümbüllü sırtını devlete dayamış, geleneksel türlere karşı savaş açmış bir elite rağmen, bizzat halkla o halkın sanatını buluşturmuş en büyük Sanatçılarımızdan biridir. Ne Almanya’da gördüğü bir oyunu aynen rejisiyle Türkiye’de oynayıp ün yaparak ödenekli bir tiyatronun başına geçmiştir, ne de herhangi bir oyunu bu tiyatrolarda oynanmıştır. Tersine elyazmalarında bizzat devletin kolluk kuvvetlerince mühürlü ve imzalı "Oynanamaz" engeli ile boğuşup durmuştur.

İsmail Dümbüllü hakkında bilgilenme gerçekten özel çabaları gerektirmektedir. Fakat yine de bu konuda elimizde önemli bir kaynak sözkonusudur. Gazeteci sayın Yalman'ın röpörtaj ve belgelerden oluşan 1974 tarihli kitabı.

BU kitapta (az önce yukarıda sözünü ettiğim) İsmail Dümbüllü’ye ait iki oyun metni, onunla çalışanların düşüncelerive anektodlar, fotoğraflar ve bizzat kendisi ile yapılan röpörtajda kaydedilen bantların deşifresinden yazılmış otobiyografisi.

Bu kayıtlar ölümünden birkaç ay önce yapılmış ve kitap ölümünden bir yıl sonra basılmış. Kavuk tartışmalarına azbuçuk yanıt veren ilginç bir kitap bu. Kitapta 1968 yılında Münir Özkul'un "Kanlı Nigar" oyununa davet edilen İsmail Dümbüllü' nün kavuğu sayın Özkul’a layık görmediği, ama sahneye davet edilince çıraklıktan kalfalığa geçerken verilen takke niyetine bizzat o an yanında bulunan namaz takkesini verdiği, kavuğa layık kimseyi görmediğinden, kavuğu ile birlikte gömülmek gibi bir vasiyeti olduğundan sözediliyor. Ölümünden sonra da bu vasiyetin din adamlarınca islami usullere uymamaklığı nedeni ile yerine getirilemez oluşu vurgulanıyor.

Bu konuda bizzat tanıdığım tanıklar da, ki en başta ustam İhsan Dizdar, aynı yönde beni bilgilendirdiler. Dümbüllü ailesiyle tanışınca ailenin beyanı da aynı yöndeydi. Yine de insanın içinde şüphe kalmıyor değil. Hatta 1969 doğumlu Ufuk Dümbüllü'nün 6 yaşlarına ait kavukla fotoğrafını gördüğümde de (yani 1968 yılında verilmiş kavuk 1975 de bir başkasının başında olamaz) acaba kullanılan birkaç kavuk vardı ve İsmail Dümbüllü bu kavuğu gerçekten ve temsili anlamda Münie Özkul'a verdi mi diye düşünmeden edemedim.

Ama şimdi inanıyorum ki, geleneksel ortaoyunu türünü temsil eden bu KAVUK İsmail Dümbüllü'nün vasiyetine bizzat kendisi uyarak onunla beraber kabrine konulmalı.

Manevi anlamı olan bir nesne, bir gardropta unutulup taşıma şirketinin götürdüğü yere ait olabiliyorsa ve bunun farkında olmadan Kavuğun emanetçisi, kavuğu kime vereyim diye bir tartışma açıyorsa; Kavuğun aslen kimseye verilmediği yönünde tarihsel belge ve tanıklıklara rağmen bu yapılıyorsa o kavuk zaten VERİLMİŞ demektir.

İsmail Dümbüllü'nün komedi dialoglarıyla, metinleriyle, oyunculuk tarzıyla Doymayan, açgözlü Türk Tiyatro münevverleri, İçi boşaltılmış Dümbüllü kavramının medyatik rantını istiflemekten başka birşey yapmııyorlar desem ağır mı kaçar acaba?

Bu ise benim bile, şuncası geleneksel Tiyatro düşmanlığını bizzat yaşamama rağmen aklımın ucundan geçmeyen bir yozlaşmadır.

Bir türü sevmezsin, dışlarsın, politize edip politik mücadele edersin, yok sayarsın vb... Buna düşmanlık deriz geçeriz. Ama Onu ve simgeleştiği ismi hiçbir hukuksal ve tarihsel dayanağın olmadığı halde bizzat markalaştırıp satmaya kalkmak HIRSIZLIKTIR, AHLAKSIZLIKTIR. Bunu Türk sermayesi kanuni boşluklar nedeni ile Karagöz'e yaptı, yapmaya da devam ediyor ama bizzat Türk tiyatro camiasının bunu yapması aynı camiayı toplumun gözünden düşürüyor. Herhangi bir kasabada çocukken Dümbüllü'yü seyretmiş binlerce kişi Dümbüllüye bu zevattan çok daha yakın duruyor çünkü.

Böyle bir durumda (ki bu açıkça sınırdır) Dümbüllü'nün yasal mirasçılarının yani ailesinin verdiği tepkiyi çok doğal karşılıyorum. Ailenin bu konudaki iyi niyeti, pekçok kez, ödül yada anma organizasyonlarında Dümbüllü isminin kullanılması karşısında, ekonomik yada başka bir rant beklentisi ile hukuki haklarını taleb etmemiş olmalarından bellidir. Yaşarken oyuncu bile sayılmamanın acısını paylaşan birinci derceden akrabaları İsmail Dümbüllü isminin bu keyfe keder yaşatılmasına destek bile vermişlerdir. Ama konu bu derece kişiselleştirilip bir rant konusu yapılınca rahatsız olmaları gayet doğaldır.

Üstelik konunun TÜRK TİYATROSU'nun kişiliği ve kimliğinin tartışıldığı bir süreçte ortaya çıkışı da tuz biber olmuştur. Sanat'ı ve sanatçıyı zaten olduğundan fazla yücelten toplumumuz bu konudaki hayal kırıklığını da çok büyük yaşamaktadır. Ne yazık ki; kimi başoöğretmenlerin tarihe geçecek o ünlü tv tartışma programında sergiledikleri sanatçı tavrı, Falanca kaynananın maceralerı tefrikasını döndürüp duran medyanın yozlaşmış modellemelerinden hiç de aşağı kalmamıştır.

İktidarlar her zaman gerçek sanatın kendilerinden ve toplumdan uzak olmasını isterler. Bu konuda da sanatı yoksul bırakıp, kültürü tırpanlayıp, biçimsel sınırları aşmayan SANATÇI'ların da ceplerini doldururlar. Doldururlar ki hakedilmemiş kazançlarla besledikleri taraftarlarına Sanatçı suç ortakları oluşturabilsinler.

"Dümbüllü'nün Kavuğu tartışması" da, bu karnavalın, bu düzeydeki geçit resmidir. Hayatı boyunca Devlet'in hiçbir olanağından yararlanmamış Dümbüllü'ye hiçbir iktidar sahip çıkmaz. Çıkarsa da iyice içini boşaltıp çıkar. Kültür Bakanlığı pekçok gerçeği ortaya koyacak Adıgeçen gazeteci çalışmasının yeniden tıpkıbasımını, basayım mı basmayayım mı diye düşünmektedir. Ve işin acı tarafı burada da teliften kurtulmak isteyenlerin kitabı yeniden düzenleyerek, kesip biçerek kendilerine telif aktarma peşinde olmaları nedeniyle (ki iktidara pek yakın olmak da gerekir bakanlıkta bir kitap yayınlatmak için) yeniden basımın da nasıl çıkacağı meçhul görünüyor.
Siyasetin, ticaretin, ekonominin giderek yozlaştığı bir sürece sanatın ve sanatçının da katılmasının bir sonucudur Dümbüllü'nün kavuğu tartışmasının ardındaki neden. Bu nedenle bu tartışanın tarafları doğrudan "uyum süreci" kandırmacaları ile bilinçli yozlaşmayı pohpohlayan rantçı iktidarlar ile Halk arasındadır.

Yapılan açıklamalarda kimin hangi tarafta olduğu da bellidir.

Kavuk verilmiştir.

Kararı halk verecek, ya o kavuğu alacak, yada Dümbüllü'nün vasiyeti üzre kabrine gömecek.

Geleneksel Tiyatro

Bu da klasik anlamda kurgulanan bir gerçeğin yada gerçek üstünün duygusal yada düşünsel hazzına yönelik bir sanatçı yaratıcılığı sunumu olan Tiyatro değil çocuk düşgücünün kendiliğinden ortaya çıkıveren doğal yaratıcılığın paylaşıldığı performansıdır.Bu, gerek eğitsel gerek sanatsal anlamda çocuk yaratıcılığının ve zekasının diğer yaş guruplarına göre çok daha üstün olduğu tezi üzerine kurulmuştur.Sorun sadece özgüven sorunudur ve toplumsal komplekslerin kim kez kitleleri aşağılayan bir aydın tavrı, kimi kez şiddetin körüklendiği bir yüceltme, kimi kez korkunun peşinde günün adamı olma gibi toplumsal nevrozlara dönüşmesinin temellerinin 4-6 yaş arasında belirlendiği varsayımıdır. Özgür düşlemleme ve bunun getireceği özgüven vazgeçilmez ilke olarak bu yaş grubunun özellikle ülkemizdeki temel gereksinimidir. Düş çağında tadı alınan özgürlükten düşünce çağına gelen insanın vazgeçmeyeceğini bilenler bu alanda da gerekli önlemleri almışlardır. Bu kavgalarında çocuklara gereksinimini duydukları desteği vermeden gelecekte onlardan hangi özgürlük savunuculuğunu bekleyeceğimizin anahtarı performans sanatlarındadır ve geleneksel sanatların bu alandaki gücünün keşfine yeniden başlanmalıdır. Didaktik söylem dışında yeni bir çocuk eğitimi söyleminin bu konunun iligililerince çoğu kez görmezden gelinmesi üzücüdür. Yine de performans sanatlarının bu yaşlara yönelik yaklaşımlarında bu varsayımların gerçekliğini kuşkusuz süreçler belirleyecektir. "Bu performanslarla ilgili görsel döküman sıkıntısının kaynağı da bir küçük poz vermenin ne düşlerin kapısını kapatacağı endişesidir....ya da kötü düşler görebilir insan " W.S.(hamlet)

Alpay EKLER

ÜKT ve Anaokulları

Üsküdar Karagöz Tiyatrosu , Geleneksel Türk Tiyatrosunu anaokullarında çocuklarla buluşturuyor. İstanbul'un dört bir yanındaki anaokullarını gezen Üsküdar Karagöz Tiyatrosu, UNIMA (Uluslararası Kukla Birliği) ne bağlı kukla ve Karagöz ustalarıyla anaokullarında performanslar sergileyecek. Oyunların öncesinde, ustalar tarafından çocuklara bilgiler verilirken, çocukların Geleneksel Türk Tiyatrosu'nu tanıması sağlanacak.

1994 yılında kurulan topluluk Özellikle Geleneksel tiyatronun okulöncesi yaş gurubunda yeniden değerlendirmesiyle ilgilenmektedir. Türkiye’de (ilk kez) taşınabilir sahne ile anaokullarına Karagöz, Kukla oyunu gösterileri sunmaktadır. Oyunlarda katılımcı bir üslubu yeğleyen topluluğumuz öykü akışını katı bir biçimde ele almayıp çocukların oyuna katılımını sürekli canlı tutmaktadır.
Topluluğumuz oyunları:


1) Karagöz (Geleneksel Türk Gölge Oyunu)
2) İbiş Kukla (Geleneksel Türk Kukla Oyunu)


Yapılan gösterilerde kazanılan deneyim sonuçları, topluluğumuzu gittikçe daha fazla geleneksel Karagöz’e ve İbiş’e yöneltmektedir. Tüm biçimlerden daha yüksek ve uzun bir dikkat süresi sağladığımız Karagöz ve İbiş oyunları çok yakın gelecekte bu alanda tek didaktik destekleyici gösteri halini alacaktır...

Üsküdar Karagöz Tiyatrosu: Geleneksel Türk Gölge Oyunu KARAGÖZ’ÜN ve İBİŞ’İN yaşatılması ve kuşaklara tanıtılması amacıyla, merkezi Fransa’da bulunan (Uluslararası Kukla Birliği) UNIMA’nın Türkiye milli merkezine bağlı olarak faaliyet göstermektedir.

Geleneksel oyunların dağarcığımızda bulunması bir yana, özellikle okul öncesi eğitime yönelik gösterilerimiz son yıllarda ağırlık kazanmıştır.Yeni veya adapte edilmiş oyun metinleri kullanmaktayız. Bu konuda ulaşılan başarı şaşırtıcıdır.

Gösterilerimizi geleneksel olarak taşınabilir perde ile max. 60-70 kişilik gruplarla paylaşıyoruz.Ses sistemi dahil tüm ekipman tarafımızca getirilir.

Gösteri süresi okulöncesi gruplar için.(çocukların oyunlara katılımına göre ) 35-45dk, İlköğretim okulları için 50 dk. , yetişkinler için 1saattir.